“Bizler insanların dini inançlarına karşı değiliz. Bu inançları kullanarak başka inançlar üzerine baskı kurmasına, egemen devlet ve iktidar anlayışına hizmet eden, sömürü sistemlerinin devamına onay veren hiçbir dini anlayışı benimsemeyiz”
Devlet toplumun dini inancını suistimal ederek, kendi çürümüş iktidarlarını sürdürüyor. Dini devletin emrine sunan ise Diyanet’tir. Diyaneti var eden ve toplumu hipnotize eden ise dindir. Bu üç kavramın toplamı Türk devletinin yaşam ünitesini oluşturur.
Dinin tarihi insanlık tarihi kadar eskidir. İnsanlığın doğa olayları karşısındaki zayıflıkları ve onlar karşısındaki çaresizlikleri, boyun eğmeyi ve ilahi bir güç olarak kabullenmelerini de beraberinde getirmiştir. Özel mülkiyetin gelişimi ve istila savaşlarıyla din ve inançlar farklı bir boyuta evrilmiştir. İstilacıların ve güçlülerin en büyük aracı haline gelmiştir.
Ve tarih din savaşlarıyla milyonlarca insanın katledilmesine tanıklık etmiştir. Ve her istilacı ve zorba devlet aygıtı sahip olduğu dini toplumu bastırmak, devleti kutsamak ve yeni işgallere zemin hazırlamak adına kendilerine birer basamak olarak kullanmışlardır. Sayısız devlette hatta kavimlerde bile egemen inanç ve onun toplum üzerindeki baskı aracılarının en önemli parçasını oluşturan din adamları, önemli yer tutmuştur. Bu dört büyük din başta olmak üzere hakim tüm devlet geleneklerinde böyle işlemiştir. (Vatikan’dan, Kudüs’e oradan Mekke’ye uzanan inanç yolu)
Osmanlı İmparatorluğu döneminde Sadrazamdan sonra yer alan ve din işleriyle birlikte siyasete yön veren Şeyhülislam -yaklaşık beş yüz yıl süren- birçok konuda fetva vererek padişahın önünü açan önemli bir devlet aygıtını oluşturmuştur. İsyanların bastırılmasından açlık ve kıtlığa karşı padişahı ve devleti kutsayan bu aygıt, 1920 yılından itibaren Ankara’da kurulan meclis hükümetine “Meşihat, Şeriye ve Evkaf Vekaleti” adı altında bakanlık statüsüne kavuşturulmuştur.
3 Mart 1924 tarihinde bu vekalet kaldırılarak Mustafa Kemal’in emriyle 429 sayılı kanunla İslam dininin inançları ile ilgili işleri yürütmek, din konusunda toplumu bilgilendirmek ve yönetmek, ibadet yerlerini yönetmek amacıyla başbakan bütçesine dahil ve başbakana bağlı Diyanet İşleri Başkanlığı kurulmuştur.
22 Haziran 1935’de çıkarılan kanunla düzenlenerek 1961 anayasasıyla anayasa kurumu olarak kabul edilmiştir.
Bugün 1965 yılında son şekli verilerek yürürlüğe konan kanun uygulanmaktadır. 2012 yılında ise protokol değişikliği yapılarak elli birinci sıradan onuncu sıraya getirilerek devlet ve iktidar içindeki itibarı güçlendirilmiştir. AKP iktidarı döneminde ise tamamen aktif halde tutularak toplumu manipüle etmenin çok güçlü bir aracı haline getirilmiştir.
Her yıl katlanarak büyütülen bütçesi 2019 yılına oranla 1 milyar TL artırılarak 2020 yılında 11.5 milyar TL’ye çıkarılması, 144 bin 250 personele ek 9500 personel daha alınması devletin diyanete yaklaşımını ortaya koyuyor.
Diyanetin bu bütçe ile 16 bakanlıktan sekizini geride bırakması ve önümüzdeki üç yıl için 37 milyar Tl ayrılması olayın önemini ortaya koymaktadır. Bu para aktarımı Türkiye’de yaşayan diğer azınlık inançlardan alınan vergilerle tek taraflı bir din aygıtının beslenmesi ve bunun üzerinden asimilasyon politikasını devreye koyarak başta Alevilik olmak kaydıyla diğer inançları yok sayması ve dev bütçe ayrıcalığıyla toplumu tek din etrafında şekillendirmeye çalışması demektir.
Diyanet, kamu binaları dahil olmak üzere okul, havaalanı, hastane gibi her toplumsal alana açtığı tek yanlı mescitlerle birlikte cezaevleri için ıslah projesiyle girmeyi ihmal etmeyerek kayıtlı doksan bin camiyi yetersiz görmüş ki yüz milyonlarca dolarlık Moskova ve Amerika’daki merkez camilerini yaptırmıştır.
29 ülkede elli yurt dışı temsilciliğiyle dev bir ağa sahip diyanet ”Cumhuriyet tarihinin” en etkili silahı olarak toplum içerisinde sömürünün bir aracı olarak kullanılmaktadır.
Dinin toplum üzerindeki tartışmasız etkisini bilen AKP kliği, iktidara geldiği günden beri var olan bu kurumu toplumun aydınlanma-bilinçlenme-sorgulama ve isyan dürtülerini bastırmanın yani “alın yazısı, kader, şükretme” anlayışını yaydığı gibi kutsanmış devlet algısını kanıksatmaktadır. Yetmediği oranda kukla Diyanet aracılığıyla fetva yayımlatarak hukuksuzluğuna dini çerçeveyle meşruiyet kazandırmaya çalışmaktadır.
Suriye özelde de Afrin’in işgali döneminde Diyanet aracılığıyla tüm camilerde devleti ve işgalci orduyu kutsayan cuma hutbesi okutulması gelinen noktanın boyutunu ortaya koymak açısından önemlidir. Neredeyse her toplumsal olayda ya da devlet kurumlarının ihmalkarlığından ortaya çıkan insan ve mal kayıplarına “alın yazısı, kader” etiketi yapıştırıp biat eden bir toplumun yetiştirilmesine büyük katkılar sunan bir kurum olarak tarihteki yerini almaya devam ediyor.
Bu tablo yetmemiş olacak ki kendi denetimlerinde iki bine yakın kayıtlı kuran kursu oluşturulmuştur. Buna cemaat ve tarikatları da ekleyince ortaya çıkan korkunç tablo ile toplumu kuşatmaya çalıştıkları açıktır.
Eğitim ve bilime para bulamayan devlet geçtiğimiz yılın ilk yarısında vakıf ve cemaatlere on üç milyon TL para harcamıştır.
Açlıktan insanların ailesini öldürdüğü ve kendisini yaktığı bir ülkede “şükür” kavramını diyanet iktidara karşı gelmemek olarak topluma pompalıyor. Ve bu toplumsal atmosfer içinde yetiştirilen yeni neslin ortaya çıkardığı derin toplumsal buhranı yaşıyoruz.
Kadın cinayetleri ve şiddetin tavan yapması esasen bu zihniyetin somut sonuçlarıdır. Toplumsal olaylara yaklaşım ve hak alma mücadelesinin kaderci hal almasının derin sonuçlarıdır. Devletin ve iktidarın iki elle her dönem sarıldığı Diyanet ve dinin kutsanması bundandır.
Hala küçümsenmeyecek bir genç nesil ve bu barbarlığa isyan eden geniş bir toplum mozaiği önümüzde durmaktadır. İşte Gezi İsyanı bunun sade bir örneğidir. Tekçi ve ırkçı bir devlet zihniyeti karşısında buna içten tepki duyan milyonların varlığı bize işaret etmektedir.
Devletin çürümüşlüğü sıvamakla, tamir etmekle, iyileştirmekle kapanacak gibi gözükmüyor. Diyanetin tek din anlayışı ve cennetten ev vaatleri de bu iktidarın ancak ömrünü uzatır.
Sahte cennet vaatleri toplumu kandırma sahtekarlıklarıdır.
Bunu anlatabildiğimiz ve bilimsel özerk üniversite anlayışını, geleceğe dair umutsuz ve kaderci mahalle gençliğini örgütleyebildiğimizde, şiddet ve katledilmenin sıradanlaştırıldığı kadınların özgürlükleriyle toplumu yönetecek kadın örgütlenmesiyle buluşturduğumuzda; işçi sınıfının öncüsünde toparlanıp ezilen ulusun Rojava’daki mütevazi ama direngen ruhuyla bütünleştirmek görevini başarabilirsek bu kokuşmuşluk ve Diyanet aracını da tarihin toprağına devletiyle gömmek hayal olmayacaktır.
Son söz olarak; bizler insanların dini inançlarına karşı değiliz. Bu inançları kullanarak başka inançlar üzerine baskı kurmasına, egemen devlet ve iktidar anlayışına hizmet eden, sömürü sistemlerinin devamına onay veren hiçbir dini anlayışı benimsemeyiz.
Hiçbir dini kendimize rehber almayız. Toplumu bilimsel-diyalektik felsefe etrafında aydınlatma görevini üsleniriz.