Almanya’da faşizmin parlamentoda yüzünü bir kez daha açıkça gösterdiğini ve aşırı sağ partilerin gizli faşist partilere alternatif olarak selamlandığını gözlemliyoruz. Üç eyalet seçiminde iki kez ikinci, bir kez de birinci olan AfD bunun merkezinde yer alıyor. AfD, gençleri de etkilemeye çalışıyor ve başarılı da oluyor! Tek yapmamız gereken, genç seçmenlerin seçim sonuçlarına bakmak.
Parlamentodaki faşizm başka bir görünümde, sokaklardaki faşizm bambaşka bir görünümde. Sadece son birkaç hafta içinde faşistler, muhaliflere, göçmenlere ve LGBTİ+ bireylere saldırdı. Göçmenlerin hayatına mal olan kundaklama saldırıları, asit saldırıları, CSD’lere yönelik saldırılar, trenlerde göçmenlere ve devrimcilere yönelik saldırılar gerçekleşti.
Ancak bu durum sadece Almanya’da yaşanmıyor; tüm Avrupa faşizmin yükselişine tanık oluyor. İtalya’da iktidardaki Fratelli d’Italia partisi, faşistlerin topluca Hitler selamı vermesine izin veriyor. Fransa’daki Macron rejimi de birleşik sol güçleri meşru bir seçimde tanımayı reddederken aşırı sağa el uzatıyor. Polonya ve Macaristan da ön saflarda yer alıyor.
Bu sağa kayışın nedenleri kapitalizmin çelişkilerinde yatıyor ve “sağ”, bu çelişkileri çözmüyor; aksine nefret ve bölünme yoluyla daha da şiddetlendiriyor. Faşist saldırıların arkasındaki beynin, ekonomik ve siyasi krizlerini gizlemek, kitlelerin isyanını önlemek için toplumda ve kurumlarda ırkçılığı sürekli olarak yeniden üretmeyi tercih eden kapitalist sistemin kendisi olduğunu biliyoruz. Irkçılık, her türlü sömürünün doğasında vardır. Dolayısıyla kapitalizm, emek gücü sömürüsünün yanı sıra ırksal hiyerarşiler üzerine de kuruludur ve mülksüzleştirmeyi derinleştirmek için bunlara ihtiyaç duyar. Beyaz olmayanların dünyadaki rolünü en ufak bir şekilde düşündüğümüzde, ırkçılığın onlara sermayenin sömürü dinamiklerine bağlı bir sınıf konumu atfettiğini fark ederiz. Toplumda iktidardakilerin ihtiyaç duyduğu farklılaşma ve ötekileştirme profillerini normalleştirmek için toplumun çeşitli fikirlerle beslenmesi gerekir. Bu araçların önemli bir bölümünü oluşturan ve okuldan işyerine, polisten parlamentoya kadar uzanan kurumlar, rol tanımları ya da örgütsel yapılar aracılığıyla insan eylemlerini ve yargılarını öngörülebilir şekillerde yönlendirmeye ve insanların önceden belirlenmiş şekillerde hareket etmesini sağlamaya her zaman hizmet etmiştir. Amaç, toplumu doğrudan ya da dolaylı olarak etkilemek ve şekillendirmektir.
Peki, faşistlerden nasıl hesap soracağız? Bizim görevimiz nedir?
Irkçı saldırılar, büyük ölçüde göçmenler arasında korku ve çaresizliği körüklüyor. Karşılaştıkları durumlar göz önüne alındığında, bu tamamen anlaşılabilir bir durum. Ancak bu duygular, büyük ölçüde siyasi örgütlenme konusundaki bilinç eksikliğine dayanmaktadır. Özellikle genç göçmenlerin çoğu apolitiktir ve bireysel kurtuluşları için mücadele ederler. Çoğu göçmen öz-örgütlenmesine baktığımızda, bunların güçlü ve birleşik bir siyasi ifade yaratamadıklarını görürüz ve tüm göçmenlerin çıkarlarını temsil edememektedirler. Özellikle sınıf bilinci olmadan ve ırkçılık ya da ırkçılık karşıtı çalışma sorununun yalnızca göçmenlerin değil, tüm toplumun sorunu olduğu gerçeğini dikkate almalıyız. Bu da örgütlenmenin ancak birleşik bir anti-faşist mücadele ile başarıya ulaşabileceği anlamına gelmektedir! Giderek ciddileşen bu soruna karşı aktif ve örgütlü direnişimizi yaşamımızın her alanında güçlendirmeliyiz. Bu mücadeleyi sadece anti-faşist bir duruşla değil, aynı zamanda anti-emperyalist ve enternasyonalist bir perspektifle yürütmemiz gerekmektedir.
Bir diğer nokta da göçmenler olarak göçmenlerin kendilerini korumalarını örgütlemek. Ama bu tam olarak nasıl yapacağız?
Birbirimize göz kulak olmalı, dayanışma göstermeli, daha sıkı bağlar kurmalı, sokakları geri almalı ve ne pahasına olursa olsun faşistleri mahallelerimizden kovmalıyız.
Bizimle birlikte örgütlenin ve faşistlere karşı mücadele edin!
YDG – Yeni Demokratik Gençlik