Konu yine “Korona”. Başka ne olabilirdi ki? Son birkaç haftadır hayatımızın her alanına giren Covid-19 virüsü ve üzerimizdeki etkileri hakkında bir kez daha düşünelim dedik. İşçi ve emekçilerin, kadınların, öğrencilerin, siyasi tutsakların hatta doğanın üzerindeki etkileri hakkında yazdık, çizdik ve somut taleplerde bulunduk.
Peki ya hepimizin üzerinde kara bulut gibi gezinen, insan haklarını ihlal eden yeni kısıtlamalar ve onunla birlikte gelen ceza ve ihbar uygulamalarına karşı ne dedik? Bugüne kadar son sesle “özgürlük” diye bağıran bizler bir gecede çıkarılan yeni yasalara karşı ne de çabuk boyun eğdik, dedik mi mesela? Daima en büyük korkumuz olan sokağa çıkma yasağını duyunca “iyi oldu, gereken buydu” derken “biz ne diyoruz ya”, dedik mi acaba?
İnsan haklarının, insanların canıyla karşılaştırıldığı bir süreçten geçiyoruz. Direniş ruhunu benimsemiş olan bizler dahi yasalara ne kadar uyarsak o kadar insan kurtarırız mantığı ile hareket ediyoruz. Almanya açısından baktığımızda ikinci emperyalist paylaşım savaşından bu yana temel hak ve özgürlüklerimizin ilk defa bu denli kısıtlanmakta olduğunu görmekteyiz. İnsanların korku ile yönlendirildiği bu süreçte Almanya halkının çoğunluğunun bu durumu onaylaması ve daha sert müdahaleler talep etmesi ilk etapta baktığımızda şaşırtmamalı bizi. Fakat dünyaya hızla yayılan bu virüsün korkusu sonucunda ihbarcılık ve boyun eğme meyili görünüyorsa, dur deme vakti gelmiştir demektir. Sosyal medyada sıkça rastladığımız polisin orantısız güç kullanımına ve ırkçı yaklaşımlarına karşı çıkmak yerine adeta “yardımcı polis” gibi hareket ediliyorsa, bu durum özellikle bizlere önemli bir uyarı olmalıdır. Peki buna karşı ne yapmalı? Nasıl direnmeli?
Almanya’da #CoronaPolizei hashtag’i altında çıkarılan yeni yasalarla birlikte artan polis saldırıları belgelenmektedir. Bu mekanizma ilk bakışta her ne kadar yetersiz görünse de sokakta yürürken karşılaştığımız polis müdahelelerine karşı sessiz kalmamamız yönünde iyi bir hatırlatma olabilir. Polis baskısı korkusuyla kontrol altında tutulmaya asla izin vermemeliyiz. Gerçekten sorumsuz davranan insanları gördüğümüzde, polisi aramak yerine onlarla iletişime geçmeliyiz.
Çokbilmiş itaatkarlar evlerinde ellerini ovuştururken getirelen cezalar yine bu toplumun ezilenlerini etkileyecektir. Bilmişlik taslayarak #evdekal çağrısı yapamayan evsizler, kimlik taşıma zorunluluğu karşısında çaresiz kalan kimliksiz mülteciler, bilgiye erişimi kısıtlı olanlar, yaşadığı ülkenin diline hakim olmayanlar…sistemin kenarında kalanlar etkilenecektir. Bu yüzden bu olağanüstü süreçte ihbarcılığa karşı çıkmalı ve teşhir etmeliyiz.
İnternet uzmanı ve muhbir (whistleblower) Edward Snowden geçenlerde yaptığı bir röportajda, devletlerin koronavirüs pandemisinde gündeme gelen yeni elektronik gözetim tedbirlerini kalıcı olarak kullanabileceğini söyledi: “İnternette ne izlediğinizi zaten biliyorlar. Akıllı telefonunuzun nereye gittiğini biliyorlar. Şimdi de kalp atış hızınızı ölçebiliyorlar. Bunları birleştirip yapay zeka uygulamaya başladıklarında ne olur?“ gibi ifadelerde bulundu. Bu tarz ifadeler ilk etapta abartılı gibi görünse de, 7/24 rastladığımız komplo teorilerinden ayrı tutulmalıdır. Çünkü emperyalist devletler böyle bir fırsatta kontrol mekanizmalarını en üst boyuta taşımak için bir nedene ihtiyaç duymazlar. Bugün çıkarılan yasaların yarın nasıl bir getirisi olduğunu mutlaka hesaplarlar.
Korona kriziyle birlikte emperyalist-kapitalist sistemin gerçek yüzü bir kez daha ortaya çıkmışken, getirilen yeni yasalara karşı sessiz sedasız beklemek ve hak gasplarına razı olmak yerine, sorgulayacı tavrımızdan vazgeçmemeli ve her fırsatta kısıtlamalara rağmen toplumsal direniş hakkımızı savunmalıyız. Hijyen kurallarını göz önünde bulundurarak hak gasplarına karşı protesto hakkımızı sokaklara taşıyabilmeliyiz.
Yeni Demokratik Gençlik