İnsanın kendini yenilemesi, doğumundan ölümüne kadar kesintisiz devam eden bir süreçtir. Bu süreçte önemli olan kendindeki eksikleri görüp, kendini tanıyarak yeniden inşa etmektir. Değişim doğanın değişmeyen kuralıdır. Yani biz istemesek de veya öyle olmadığını düşünsek de değişiyoruz. Bu değişimi pozitif bir şekilde geliştirmek için doğru bilgi çok önemli. Yazı genel hattıyla içinde bulunduğumuz çağda durumumuz ve bilginin önemi üzerine yüzeysel bir bakış.
Bilgi Nedir Ve Nereden Gelir?
Sözlük anlamıyla bilgi; öğrenme araştırma ve gözlem yoluyla elde edilen her türlü malumat ve kavrayışın tümüdür. Gerçekteyse bilgiyi nasıl edindiğimiz ve nasıl kullandığımızla bağlantılı olarak bu tanımdan çok daha fazlasını ifade eder.
Bilgi, içinde yaşadığımız evreni ve olayları yorumlamak için uyguladığımız bir dizi veridir. Veri kelimesini özellikle kullanmak gerikir, çünkü her bilgi bir kavrayış değildir. Duyusal olarak ; görme, işitme , tat alma , koklama ve dokunma yoluyla edindiğimiz her şey , bilginin oluştuğu ilk aşamadır. Buna algısal bilgi denir. Algısal bilgi, toplumsal pratik içinde birkaç kez tekrarlanarak ani bir sıçrama yaşar ve kavramlar oluşur. Eğer içinde yaşadığımız dünyayı, çevreyi ve toplumu anlamak istiyorsak bu tarz bir kavrayışa sahip olmamız gerekir. Dolayısıyla eyleme dönüştüreceğimiz bilgileri, bu mantık çerçevesinde ele alıp kavramsal düzeye çıkarmak bizler için hayati önem taşır. Çünkü mevzi aldığımız yerde, bizlerin görevi o bilgileri toplumsal pratikte bir silaha çevirmektir. Ancak bu şekilde özgürleşebilir / özgürleştirebiliriz.
Doğru fikirler nereden gelir?
“Evet, doğru fikirler nereden gelir? Bunlar gökten mi inerler? Hayır. Bunlar zihinde doğuştan mı vardır? Hayır. Bunlar toplumsal pratikten gelir; ve yalnız ondan gelir. Bunlar, üç çeşit toplumsal pratikten gelirler: üretim için savaşım, sınıf savaşımı ve bilimsel deneme. İnsanın düşüncesini, toplumsal varlığı belirler. İleri sınıfa özgü doğru fikirler, bir kez kitleler tarafından kavrandı mı, toplumu ve dünyayı değiştiren maddi bir güç halini alırlar. Toplumsal pratiğinde insan, çeşitli savaşımlara girişir ve hem başarılarından, hem de başarısızlıklarından zengin deneyimler kazanır.” Mao Zedong
(Bence burada durup, bu çok kısa ve etkili olan bu yazıyı kendi anladığınız dilde okuyun.)
Türkçe: “Doğru fikirler nereden gelir?” Mao Zedong
İnglizce: “Where do correct ideas come from?” Mao Tse-tung
Almanca: “Woher kommen die richtigen İdeen der Menschen?” Mao Tse-tung
Fransızca: “D’où viennent les idées justes?” Mao Zedong
Meselelere yaklaşımımız kişiler üzerinden değil, toplum gerçekliği üzerinden olursa bizi daha doğru sonuçlara götürecektir. Kişileri değiştirme çabası bizleri ileriye götürebilir ancak hem pratiğimizi darlaştıracaktır hem de tembelliğe yöneltecektir. Parçaları bütüne doğru götürmek esas amacımız olmalıdır. Bilimsel deneyleri önemli kılan şey bilginin varlığıdır. Bilincimizde oluşan bilgi, pratikte bir anlam bütünlüğüne ulaşır ve kavramsallaşır. Oluşan bu mantıksal bilgi toplumların değişimi mücadelesinde bizlere yol gösterir.
Mao yazının bir bölümde şöyle diyor: “Toplumsal savaşımda ileri sınıfı temsil eden güçler bazen yenilgiye uğrarlar. Bunun nedeni, fikirlerin yanlışlığı değil, savaşıma katılan güçler dengesinde, bunların o gün için gerici güçler kadar güçlü olmamasıdır. Onun için bunlar, geçici olarak yenilgiye uğrarlar, ama eninde-sonunda zafer onlarındır.”
Bugün ezilenler dünya nüfusunun %99’unu oluşturuyor!
Dünyanın dört bir yanından isyanların, direnişlerin sesleri her geçen gün artmakta. Sarı yeleklilerin grev ve eylemleri, kadınların erkek egemen sisteme karşı duruşu, kürtaj sorununa, her gün maruz kaldıkları fiziksel ve psikolojik şiddete karşı, dur demeleri ve sokakları işgal etmeleri, bunun neticesinde ortaya çıkan Las Tesis dansı ve daha niceleri bizim için birer örnektir.
İnsanın kendini sorgulamasi?
İnsanın kendini tanıması, ben kimim, varlığımının anlamı nedir, ya da ben nasıl kendimi var ederim gibi sorular, zihnimizde sürekli dolaşmaktadır. İşte kendini var etme noktasında şekillenen düşüncelerde de insanın politik duruşu çok önemli. Yani dünyaya olan bakış açımız ve yaşam pratiğimiz kendi varlığımızla birebir bağlantılıdır. Tek başına dünyayı nasıl yorumladığımız değil, esasen pratik içindeki durusumuzdur belirleyici olan. Ve yapılan her işi gönüllülükle yapmak, uğraşmak, çabalamak insanı doğallığında mutlu da ediyor.
Düşünmek işin en temel yani, çünkü düşünen insan gelişir. Sadece düşünerek değil düşünürken sorgulamak da gerekir, çünkü insan sorgulamaya başladığında çelişkiyi görür kendisinde, bu da onu tahmini, öğrenmeye teşvik eder. Bizim çağımızın en büyük hastalıklarından biri, bilgi fazlalığı içinde bilgisiz olmak.
Evet sorunun esaslarından biri de budur: dijital çağda bu kadar bilgiye ulaşabiliyorken bu kadar apolitik, bu kadar sorgulamayan ve zihinde yorgunluk yaşayan bir nesil.
Kişi mücadele ruhunu nasıl kaybeder?
Aslında bu soru zaman zaman gündelik yaşamda sorguladığımız bir şey. Eğer gündelik yaşamımız toplumun geri kültürüne, düşüncesine, ve siyasetine uyuyorsa bizler bu noktada mücadelede gerileriz ve ruhumuzu kaybederiz. Aristoteles’in dediği gibi insan gerçekten politik bir hayvandır. Bizler içinde bulunduğumuz toplumda yetişip, gelişiyoruz. Toplumun fikirleriyle, anlayışlarıyla şekilleniyoruz. İşte burda bizim farkımız bu geri düşünceleri yeni fikirlerimizle çürütmek. Bizler yeniyi yaratırken içinde bulunduğumuz toplumun tüm geri unsurlarından arınmamız lazım aksi taktirde yozlaşırız! (Yılmaz Güney – Arkadaş filmini seyretmenizi öneriyorum)
Onun için bizler bu geri yanlardan bağımsızlaşmayı başarırsak, yeni fikirler düşünceler ve anlayışlar üretebiliriz. Bu yeni fikirleri üretmenin tek yolu ise kendimizi yeniden yaratmamızdan gelir. Olaylara farklı bakabilmek edindiğimiz bilginin bize getirisidir.
İşte tam burda yeniyi yaratma mücadelesi verirken yılmadan kendini inşa etmesi lazım insanın. Gündelik yaşamında okumak, yeni şeyler öğrenmek ve özünde bunları pratik yaşamıyla birleştirmek. Pratik yaşamda karşılığını aramamak salt bir okuma olur ve bu bizi geliştirmez içimize hapsettiğimiz bir bilgi olur sadece. Bu yazıda altını çizmek istediğim şey aslında bizim bugünki gerçekliğimiz özellikle genç nesil içinde yoğun olan zihindeki yılgınlık.
Yapabileceğini imkansız kılmak, zorlamadan hemen teslim olmak, yılgınlıkla beraber mücadeledeki azmini kaybedip, dünyaya somurtmak, her koşulda mutsuz ve karamsar olmak ve son olarak dünya yıkılsa da umursamamak! Yazının bu noktasından sonra size tavsiyem yazıya devam etmeden 5 Maymun Deneyini okumanız, umarım okumuşsunuzdur yoksa bu anlatım hiçbirşey ifade etmeyecektir. Sonradan kafese giren maymunlar sebepsiz bir şekilde diğer yeni gelen maymunu hepsinden daha fazla dövüyor! Burada anlaşılması gereken şey toplumsal doğruları bulmak lazım.
Bilgi edinmeğimizden yada bilgi edinmekten kaçtığımızdan doğruluğu bilmeden inanıyoruz. Bu inanış tarzı aslında hiç bilmemekten daha kötü bir durum. Eğer kendi fikrimizi üretemezsek o zaman en doğru kararı almamız gerekir, yani bilgi sahibi olma yönelimine girmek, okuyup araştırmak. Yazının başlarında geçtiği gibi düşünen, düşünürken sorgulayan olmadığımız için, kendi fikrimizi üretemiyoruz!
Bu noktada aklıma ünlü Fransız felsefeci Michel Foucault’un bir tanımı geliyor. Geçmişte yani 1668’lerden günümüze kadar iktidar insanların vücutlarını yok ederek yani öldürerek onların düşüncelerini yok etmeye çalışmıştır. Ve dönüp geriye baktığımızda bizim beslendiğimiz beslendiğimiz liderler ölümlerinin üzerinden 100 yıl geçse de halen yaşadıkları, işte var olmak böyle birşeydir. Fakat çağımızda kapitalist sistem artık vücut hapsinden ruh hapsine geçmektedir. Ruh hapsi demek aslında, bizim bitkinliğimiz demektir. Hiçbirşey yapmak istememek, sürekli hoşnutsuzluk ve kendimizi geliştirmemiz aslında bizim bu ruh hapisanesine girdiğimizin bir kanıtıdır. İşte burda yılgınlık bu manada çok önemlidir. Ruhlarımızın hapis edilmesine izin vermeyelim. YDG’nin bir kampanyasında Fred Hampton dan yaptığı alıntı “You can jail a revolutionary, but you cannot jail revolution” aslında ne demek istediğimin cevabı.
Öyleyse var olmanın en iyi göstergesi, öğrenmek ve kendimizi geliştirmek. Öğrenirken ise devrimcileşmek. Bir devrimcinin en belirgin özelliklerinden bir tanesi kiminle sohbet ederse etsin orada gösterdiği mütevazılıktır. İşte tam da bu sebepten kendimizi geliştirirken ya da kendimizi inşa ederken bir üstünlük için değil, doğruyu yaratmak için yapılmalıdır. (Kitap önerisi M. İvanoviç Kalının Devrimci Eğitim Devrimci Ahlak).
Bu yıl hedefiniz “Kendimizi Yeniden İnşa” etmek olmalı
Evet kendimizi yeniden inşa ederken, sorumluluklarımızı bilmeden kendimizi inşa etmemiz cılız bir düzeyde kalacaktır. Kendine yeten, kendiyle yetinen, topluma hizmet etmeyen bir cılızlıktan bahsediyorum. Fakat bunu aşmak için bizim dinamik bir gelişim süreci yasamamız lazım ve bu bizim temel çabamız olması lazım. Herşeyden önce kendimizi sorumlu görmeliyiz. Eğer bizler yeniyi yaratmanın yükünün altına ellerimizi koymuşsak, ellerimizi ezdirmeyeceğiz! Bizlerin yaşamda kendimizi yeniden inşamız doğru bir siyasete hizmet etmelidirki o yükü kaldırabilelim.
Son olarak hem okumanızı tavisiye ediyorum hemde Selahattin Demirtaş’ın Leylan kitabından bir alıntı ile bitirmek istiyorum
“İnsanların binlerce yıllık zorlu mücadelerden ve ağır bedellerle biriktirdiği onur, şeref, haysiyet gibi manevi duygular ile eşitsizliğe, zulme, sömürüye, ayrımcalığa, savaşa karşı olmak gibi değerler buğu artık anlamlı, değerli bir yaşamın en önemli referanslarıdır. Bu referansları yok sayan, görmezden gelen her hayat kanımca boş yere yaşanmış, fuzuli zaman kaybından başka birşey değildir.”
Hergün kendini yeniden inşa et!