AVUSTURYA | 14 – 01 – 2012 | a) Militarizm ve Karşısında Duruşumuz
Avusturya’da Militarizmin tarihi Avusturya Macaristan İmparatorluğu’ndan beri çok şiddetli bir bicimde hissedilmektedir. Birinci dünya savaşı başlamadan önce İmparatorluğun rolünü müttefikler – ittifakçılar dahi göremediler. Savaş sonrasinda iki büyük ülkeye ayrilacak olan Avusturya ve Macaristan acisindan, hayata dönüş savasi olacagi gözlerden kacirildi.
Avusturya`nin Militarizme geçiş süreci Avrupa Birliği’ne girmesiyle başlamaktadir. Sonrasinda 1991 körfez savaşıyla birlikte Avusturya’daki reformlar başlıyor. Avusturya üzeri askeri malzeme taşınması veya askeri uçakların uçması o zamana kadar yasaktı, ama 30 saatlik bir görüşme sonrası bu yasak kaldirildi. Bu kararın üzerine, Yugoslavya’da başlayan savaşdaki kullanılan Amerikan radarlarınin Avusturya üzerinde uçma yasağının da kaldırılması ve hatta savaştan sonra ortak dersler almaları militarizmin küçük bir belirtisidir.
1995 de Avusturya Avrupa birliğine girdiğinde ve yeni sömürgeciliğin büyümesiyle ve gelişmesiyle birlikte 2000 yılında Avusturya devleti NATO ya girme tartışmalarına başlamıştı. Ayni anda Avusturya Euratoma imza atmış bulundu. Bu tartışmaların nedenlerinden birtaneside Avrupa birliğinin tüm NATO üyesi olmayan ülkelerine askeri reformlari mecbur tuttuğundan ve Avrupaninda rekabet için değişik ülkelerin pazarlarını ele geçirmesi gerektiğidir. Emperyalist işgal ve savaş dönemi ayni zamanda en vahşi sömürgecilik sürecinida başlatmıştı.
Avusturya’nın anayasasında 1955 de „daimi tarafsızlık“ bölümünü herkese hatırlattı. Ama çoğu Avusturya vatandaşının bilmediği 1998 de medyaya yansıtmadan “savaş yetkisi” yasası 23 f Avusturya anayasasına alindi. Bu kararla birlikte dünyacapinda savaşlara katilabilme yetkisi Başbakan ve dişisiler bakanına verildi. Bundan sonrada bu yasanın değişimlere uğrayıp 23j ye dönüşmesi ve sunu ifade etmesi hiçbir siniri olmadan Avrupa’nın dünya çapında yürüttüğü savaşlara katılması ve UN kararının artık bir anlam ifade etmediği yine medyalara şimdiye kadar yansımadı.
1996 da tarafsız Avusturya grubu 100 ü aşkın asker yeminlerini geri çekip sunu söylediler: artık Avusturya’nın dispolitikasi bir tarafsız ülkeninki olmadığını ve kendilerini artık yemin altında olmadıklarını ve tarafsızlığını savunulacak yani kalmadığını söylediler.
1999 AB zirvesi Helsinki’de anlaşmalarında Avrupa birliğinde olan tüm ülkeler asker hazır tutmaları gerektiğini ve Avrupa’nın bunlara dispolitikasinda ihtiyacı olduğunda kullanabileceğini. Gecen sene 2012 de 340 üzeri asker almanya ordusuylan birlikte görevlerine basladilar. (Battle Groups)
2000 yılında FPÖ ve ÖVP koalisyonuyla birlikte NATO’ya girme cabalarına hiz verildi. ancak NATO, Avusturya’nın su anki askeri durumuyla NATO üyesi olabilmesi icin 0,9 % GSHY(BIP) den 1,5 % GSHY(BIP) e yükselmesi gerektiğini göz önünde bulundurmasını söyledi. Bugünkü profesyonel ordu tartışması 2000 yılında da ayni şekilde vardı, orda sırf kelime oyunuyla: kendi isteğiyle asker olanlardan bahsediliyordu. Ve ayni yıl askeri silahlanma başladı, 9 tane Sikorsky (Black Hawk) Helikopteri alindi (654055 Euro). 2009 Lizbon daki Askeri anlaşmayla birlikte son söz söylendi.
Avrupa’nın savunma ve güvenlik politikası tüm üye ülkeleri bağlamaktadır. Bunların içindeki bölümlerden bir tanesi: ab üyesi olan ülkeler gittikçe ordusunu güçlendirmesi gerektiğidir . özellikle bu noktada Avusturya’nın üzerinde artan baskıda bugün hissediliyor. 2000 yılında profesyonel ordu ya karsı olan SPÖ bu gün 180 derece dönüp prof. Orduyu savunuyor. Avusturya’nın rekabet altında ezilmemesi ve dünyadaki tüm pazarlardan, hammaddelerden ve dünya çapındaki sömürüden bir pay alması içindir.
Nasıl bir Ordu olursa olsun, emperyalist işgallere ve savaşlara hizmet ettikten sonra her zaman bunlara karşı olduğumuzu belirtmemiz gerekir! Profesyonel ordular genç issizlerin orduya seferber olmasini sağlayacak! Issızlık ve kimse vurmuyorsunuz, savaş alanına girmiyorsunuz gibi yalanlara manipüle edilip emperyalizmin uşağı edilmeye çalışılacaklar.
Avusturya’da ki su an seçimleri desteklemiyoruz! Önce değindiğimiz gibi emperyalizmin ordusunu desteklemiyoruz! Seçimleri boykot etmenin en doğrusu olduğuna inanıyoruz! Tabiki bunu sokaklara taşımamız lazım ve sesimizi duyurmamız lazım!
AB ORDUSUNA HAYIR! EMPERYALIST SAVASLARA HAYIR!
b) Irkçılık, Gelişimi ve Mücadelenin Örgütlenmesi
Avrupa’da son süreç gözlemlendiğinde alışılagelmiş olan ırkçılık kavramının günlük yaşama yansımasının değiştiği göze hemen çarpacaktır. Deri renginden ulus kökenine dönüşen ırkçılık özellikle 2000’li yıllar itibariyle kültürel ve dini kökenlere yasıyan bir ırkçılık kavramına dönüşmektedir.
Mevcut tartışmalar içerisinde özellikle yarı-feodal veya yarı sömürge ülkelerden gelen göçmenlere karşı bariz günlük bir ırkçılığın, aşağılamaya dayalı bir dışlanma eyleminin aktifleştiğini göreceğiz. Özellikle yarı-feodal olan ülkelerden gelenlerin kültür, din, dil, eğitim düzeyi gibi başlıklar altında uygulanan ırkçılığa en bariz örnekler ise son süreçte ortaya çıkan İslami Fobi, “Eğitimsizler-Cahiller” söylemleri veya çalışma alanında geliştirilen “tembeller, işgüzarlar” yaklaşımı bunun bariz örneklerindendir.
Diğer taraftan ise daha düne kadar göçmenler konusunda egemenlerden bağımsız bir belirleme koyamayan, “göçmenlerin yanındayız” gibi ucuz ajitasyondan öteye söylemler koymayan-koyaman parti ve bazı örgütlerin artık bu söylemlere destek verdiğini çok rahat söyleyebiliriz.
Irkçılık konusunda Almanya’da gelişen gündem ise hem Avrupa’da hem de özel de Almanya’da bu işin hangi boyutlara vardığının göstergesidir. 22 göçmen ve bir polisin ölümünden sorumlu olan NSU adlı ırkçı çeteyi yönlendiren ve silah sağlayanın devlet olduğu ortaya çıktığı halde 1 yıllık soruşturma çerçevesinde önce çeteyi silahlandıran “muhbir” sonrasındansa çetenin ilişkilerine ve devletin bu durumdan haberdarlığına ait tüm evraklar ortadan kaybedildi.
Bir taraftan ise bu tarz çetelerin haricinde Avrupa çapında iktidarlar tarafından yasallaştırılmış ırkçı partiler söz konusu. Bu partilerin özellikle böyle bir süreçte ortaya çıkmasını en güzel onların kendilerine ait söylemler açıklayabilir; “Kriz ve ortaya çıkan fakirlik, tamamiyle işimizi, gelirimizi ve haklarımızı elimizden alan ve/veya ortak olan göçmenler yüzündendir”.
Bu ve benzeri ırkçı söylemler geçmişte “Auslande, Raus” derken, bugün itibariyle egemenlerin krizinin sebebini göçmenlere mâl etmeye, göçmenleri AB ülkelerindeki işçi sınıfına hedef göstermeye, AB’deki işçi sınıfını ve onun sosyal ve ekonomik haklarının gaspedildiği bu süreçte demokrasi mücadelesini örmek yerine kendi içinde birbirine düşmesine hizmet etmektedir.
Zaten ırkçılık konusunda kazanımlar sağlanmışken gelişen krizle birlikte ırkçıları tekrardan meydanlarda gördüğümüzde başka bir amaç beklemememiz gerekirdi. Fakat burada dikkat edilmesi gereken şey, bugün ırkçılık ortaya çıkartılmaya çalışılmıyor, ortaya çıkan bu yeni ırkçı yaklaşım kitlelere mâl edilmeye çalışılıyor. Bundan kaynaklıdır ki bugün farklı kurum, özelde demokrat genel de ise yerli ve göçmen kurumları, ve kişilerle mücadeleyi daha sıkı örme, ırkçılığa karşı “Nefret Suçları Kanunları”nın tekrardan talep edilmesi ve varolan yerlerde uygulanması için tepkilerin örgütlenmesi gibi görevlerle karşı karşıyayız.
Unutulmamalı ki hiçbir ulusun tam anlamıyla özgürlüğü bir diğer ulusun veya azınlığın özgürlüğünden bağımsız değildir. Hem Avusturya’daki yerlilerin demokrasi özlemi, hem de göçmenlerin demokrasi özlemleri birbirinden bağımsız değildir. Bu başlıkta sadece Türkiyeli diğer devrimci-demokrat güçlerle değil, bulunduğumuz yerellerdeki yerli demokrasi güçleriyle platformlar oluşturmak, var olan platformlarda yer almak ve salonların değil sokağın dilini örgütlemek kaçınılmaz görevlerimiz içindedir.
Bu baglamda, 2008 Ekonomik krizinin günümüzde Bati Avrupa`da yoğunlaşmasıyla ve krizin egemenler tarafından aşılamaz bir hal almasının bir sonucu olarak, topyekün işçi ve emekçileri hedef alan tasarruf paketleri ile Avusturya`da Işçi ve emekcilerin örgütlü mücadelesini engelleyecek kapsamlı saldırı politikaları uygulanmakta. Bedeller sonucu elde edilmiş demokratik hak ve özgürlüklerin bütünlüklü bir şekilde gasp edilmesi ve halkların elinden alınmasından en çok etkilenen kesimin başında halk gençliği gelmektedir. Burdan hareketle belirtmek gerekirki toplumsal alanda yapılan ırkcılığın temsilcileri olan ırkcı partiler (FPÖ, ÖVP, BZÖ, SPÖ) kamu alanında olmak üzere başlıca ırkcı politikalara başvurmakta. Bu konut sorunundan, iş ve eğitimde dil üzerinden geliştirlen ırkcı politika ve biçimlerdir. Üstten saldırgan bir şekilde yapılan bu ırkcı politikaların yansıması ise ırkcılığın kitleler içerisinde ırkcı örgütlerin “kanıksanır” bir hal almasına dönüşmektedir. Zira Avusturya`da ırkcı çetelerin oluşmus olması bunun bir sonucudur.
- Bu anlamda, ırkcı ve ayrımcı politikalara karşı, temel örgütlenme bicimimiz anti-faşist birliktelikler olmalıdır. Iş ve eğitim alanında bu nokta üzerindende örgütlenmek başlıca bir perspektifdir, yine buna bağlı olarak genel çalışmamızın bir bölümü olarak eylem birlikleri ve ortak platformlarda anti-faşist eylem ve kampanyalar örgütlemek YDG açısından oldukca önemlidir.
- 20 ocak`ta yapılacak olan yorunlu askerlik yada profesyonel ordu oylamasına Avusturya YDG olarak BOYKOT pratiği örgütleme gerekmektedir. O açıdan Avusturya Ülke kurultayımızın olduğu gün alanda kurultayımızın iradesiyle bu kartlar ilgili seçim bürosuna sunulmalıdır.
Bir yıllık çalışmamızın , ana başlıklarını Irkcılık, militarizm ve kültürell yozlaşmaya karşı örgütleyeçeğimiz mücadele oluşturacaktır. Bu noktanın örgütlenmesinin örgütsel bütünlük üzerinden ele alınabilmesi için, Avusturya YDG olarak önümüzdeki dönemdeki gençlik çalışmasını daha geniş bileşenler üzerinden ele almak ve buna bağlı olarak ÜGK ile yereller arasında örgütlenme köprüsü oluşturmak gerekmektedir. O açıdan önümüzdeki döneme ilişkin tüm YDG`lilerin bu noktada hazırlık içerisine girmesi ve buna bağlı olarak düşünce, fikir ve önerileri üzerinden bir tartışma içerisine girmesi objektiv olarak gerekli bir durumdur.
Birlik – Mücadele – Zafer! Yaşasın ATIK – YDG – Yeni Kadın !
Avusturya Yeni Demokratik Gençlik 10.Dönem Ülke Gençlik Komitesi