1. Öncelikle merhaba, kendinizi biraz tanıtır mısın ve şuan nerde olduğunu anlatır mısın?
Merhaba, kendimi tanıtmadan önce bu röportaj için teşekkür ediyor ve Yeni Demokratik Gençlik aktivistlerini selamlayarak söze başlıyım. Kendimi tanıtmaya gelirsem; Ben Vedat Yeler. Politik kimliğinden kaynaklı Türkiye’den, Yunanistan’a politik ilticada bulunmuş on binlerce mültecilerden biriyim. Ve yaklaşık bir buçuk yıl gibi bir süredir bu mülteci kimliğinin deneyimlerini yaşıyorum diyebiliriz. Şuanda da Yunanistan’ın Xhanti bölgesinde kapalı bir mülteci kampında tutulmaktayım. Yani dış duvarları tel olan bir hapishane gibi düşünebiliriz…
2. Hangi sebeplerden buradasın?
Açıkçası sebebini tam olarak ben de idrak etmiş değilim. Ama anladığım kadarıyla biraz bu süreci yaşamamın temel nedeni 13 Şubat 2019 tarihinde tutuklanmamdan geçiyor. Abdullah Gürlek ile yaşadığımız bu hukuksuz tutuklama süreci yaklaşık 12 ay mahkeme görmeksizin şekillendi. Bu da o sürecin devamı ve hapishanenin bir mirası olarak kaldı!
Normalde Yunanistan’a ilk iltica ederken geçici oturum dediğimiz 6 ayda bir yenilenmesi gereken bir kimlik almıştım. Bu kimliğin yenilenmediği taktirde kırmızı listeye alınıyorsun ve iltican otomatik olarak
red yani deport (zorla sınır dışı) edilmek üzerinden şekilleniyor. Hapishane
sürecinde bu kimliği yenilemeyen bana ve avukatıma “iltica servisinin haberi var, otomatik sisteme düşüyor, donduruldu, bir sorun olmaz vb.” cevap veren hapishanenin aslında iltica servisine hiç haber vermediğini hapishaneden çıktıktan sonra öğrendik. Hapishaneden çıkma dediğim olayda hapishane içinde başlayan yeni bir gözaltı sürecinin devamı yani. Nadir yaşanılan bir olay desem yalan olur. Çünkü anladığım kadarıyla
tutsak düşen tüm mülteciler bu süreci yaşıyor. Burada hapishanelerin aslında bir amacı da mültecilerin ilticalarını doğru olmayan bilgililerle boşa düşürmek oluyor. ‘Hukuksal’ bir çerçeve de deport işlerine yardımcı olmaya çalışıyorlar diyelim!
Karakolda gözaltının üçüncü günüde serbest bırakılmayı beklerken deport işlemlerimin başlandığını avukatımdan öğrendim. Ve aynı gün itiraz ederek iltica servisiyle iletişime geçtik. Böyle bir durumdan bihaber olan iltica servisinden 10 gün sonraya falan bir mülakat için randevu aldık. Ve o mülakatta; yeni bir iltica süreci başlatmaları, diğerinin iptal edilmesi gerektiğini, yeni iltica başvurumdan cevap alana kadar 12 günlük
serbest dolaşım kağıdı vereceklerini söylediler. Fazla uzatmadan burada
mülakatı yaptıktan sonra tekrar nezarethaneye doğru gittik. Orda serbest
bırakılmayı beklerken yaklaşık bir hafta sonra kapalı kampa getirdiler. Böylece 23 günlük nezarethane sürecini tamamlamış oldum.
Yani aslında hiç bir sorumlu ne yapacağını bilmiyordu gibi bir hava vardı. Ne deseler tersi çıkıyor yada farklı bir prosedür işletiliyor. Bu prosedürleri gerçekten anlamak çok zor ki kendileri da daha anlamış değiller, tabloda olduğu gibi…
Bu kampa getirmelerinin amaçları da bir iki görüşme daha yapmak ve iltica nedenlerimi ispatlayacak evrakları teslim alıp bir araştırmadan sonra hakkımda bir karar vermek. Ve burada da bütün süreç işletildi, mülakatlar yapıldı, evraklar falan verildi ama yine tek eksik kaldı; hakkımda verecekleri karar. 20 Ocak 2020’’de hapishaneden çıkmışım; üçüncü ayı doldurmak üzereyim hala serbest kalmak için bir karar bekliyorum. Gerçi haklarını yemiyim, tam bir karar vereceklerken korona uzatmamalara ek yaptı. Bu da koronanın mülteci hallerine yaptığı bir katkı olsun… Kısacası burada olmamın nedeni anladığım kadarıyla böyle.
3. Genel anlamıyla kamp koşullarını anlatır mısın?
On binlerce mültecinin kaldığı kapalı ve açık kamplar olmak üzere iki tip kamp var. Kapalı kamplar dediğim yerde yeni ilticaların alındığı veya ilticada sorunu yaşayanların kaldığı tamamıyla polis kontrolünde şekillenen bir yaşamın olduğu yerlerdir. Açıkta ise daha çok STKların kontrolünde yaşamın şekillendiği ve gidecek yerleri olmayan mültecilerin olduğu yerlerdir. Burada kampın belli kuralları çerçevesinde serbestsin…
Kamp koşulları dediğimizde ortak bir çok sorunla beraber hepsinin kendi özgülünde değişen bir dizi sorunu da var. Yemeğinden temizliğine, ısıtmasından iletişim olanaklarına, baskısından yönetim biçimine… bir çok sorundan bahsedebiliriz. Ben de koronalı günlerin hatırına en önemli mesele olan hijyen sorunundan bahsedeyim. Şimdiye kadar kaldığım
iki kapalı kamptan istifadan şunu net bir ifadeyle belirtebilirim ki bu
kamplarda hijyen adına hiç bir şey yok. Tek şey verdikleri bir kaç temizlik
malzemesi. Bunu belirtiyim ki hakları geçmesin. Binaların boyasız kirli duvarlarından, kapısız katmerlenmiş banyo, tuvalet duvarlarına, tarihi esere dönüşmüş yataklardan, battaniyelere her şey tam bir mikrop yuvası durumunda. Bu pisliğin içinde yemek yiyor, yatıyor ve nefes alıyorsun. Bunu ifade nasıl ifade edeceğimi bilmiyorum çünkü hangi kelimeyi kullansam ifade etmek için bende yetersizlik hissiyatı yaratıyor…
Diğer değinmek istediğim bir meselede idari yöntem tarzı. Geneli tehditkar bir yaklaşımla sorunlarını çözmeye çalışan, senin üzerinde baskı kuran, bir sorunu çözmekten çok yaptırımlarla ve bunu genele yayarak birini cezalandırırken diğerini de böyle korkutmaya çalışan bir çalışma tarzıyla yönetiliyor bu kamplar. Özellikle bu sene şekillenen yeni mülteci yasalarıyla neredeyse bütün kampların yönetimi polise devredildi/devrediliyor. Bu da tamamıyla mülteciler üzerinde kurulan her türlü baskıyı meşrulaştırmaya yol açıyor. Ve Avrupa’da “demokrasi, insan hakları” dediğimiz olgu mültecileri görünce uçurumdan atlayarak intihar ediyor. Bu bir insanın ilk mülteci adımı olan sınır da başlıyor ve devamında bütün yaşamında oldukça etkin bir yerde durmaktadır. Kamp için de ise daha ağır bir şekilde yaşanmaktadır…
4. Göçmenleri tekrar sınır dışı ederken maruz kaldıkları şiddet nelerdir?
Mültecilik aslında yaşamaya çalışmak, nefes almaya çalışmaktır. Ve en önemlisi her şeye rağmen yaşama olan tutku ve yarına dair nefes alma umudunu simgeler bence. Son bir çaredir. İnsanların yaşama umuduyla başlayan yolculuklarına engel olmak, yada sessiz kalmak ise coğrafyalarında yaşanan katliamlara, savaşa, haksızlığa, hukuksuzluğa ve ötekileştirmeye ortak olmak demektir…
Bu hikayelerin başladığı sınırlarda ölümün, tacizin, tecavüzün yaşanması şiddet meselesini hafif kalıyor gerçekten. Zaten yaşanılanlar göz önünde, belgeleri burjuva medya bile saklayamıyor. Kendi gördüklerim yada yaşadıklarımın içinde polis şiddeti, yasadışı deport, eşyalara el koyma gibi bir çok şey mevcut maalesef. Onlarca insanı aç susuz bir iki gün balık istifi dar alanda bekletip hiç bir yasal işlem yapmadan döverek eşyalarına el koyup deport etmeleri mülteciler için sıradan bir durum olmuş. Çünkü ölmüyor, boğulmuyor tacize yada tecavüze uğramıyor yani kendini şanslı olarak görüyor ve bir daha bir daha deniyor. Sonuç ya zafer ya da dediğim gibi ölüm vb. durumlarla sonuçlanana kadar…
5. Son süreçte Covid-19 kamp koşullarının üzerindeki etkileri?
Yukarı da az çok kamp koşullarının hijyeninden bahsettim. Bu gibi vahim bir durumda bu kamplarda Covid-19 ile karşı karşıya kalmak için mülteciler çok ciddi bir yaşam tehdididir. Bu kadar hızlı yayılan bir hastalığın kamplara bulaşmaması imkansız ki şu ana kadar Yunanistan’da 3 kampa bulaşmış ve bu kamplar karantinadadır. İstediğin önlemi
al yine de engelleyemezsin. Çünkü her türlü senin dışarıyla temasın yoksa bile polislerin vb. görevlilerin dışarıyla temasları var ve bu da böylesi kalabalık, kapalı alanda dönülmez hatalara yol açmaktadır. Mesele farazi değil, var olan somut örnek bunu yeterince kanıtlamaktadır. Eldiven, maske gibi önleme materyalleri bu ortamlarda tamamıyla işlevsiz olduğu gibi virüsün bir kişiye bulaşması yüzlerce kişiye de bulaşmasına yol açmaktadır. Bu da kamp hapishane gibi insanların toplu yaşadığı alanların acilen boşaltılması gerektiğini yeterince ifade etmektedir…
Bir de böylesi bir süreçte bu koşullarda olmak psikolojini daha da kötü etkilemektedir. Senin dışında hayatındaki insanların bu süreçte böyle koşullarda yaşadığını bilmesi yada karşılıklı duyduğun virüs kapma endişesi de ayrı bir yerde durmaktadır. İnsanların toplumsal karşılıklı toplumsal desteğe ihtiyaç duyduğu bir süreçte böylesi bir tabloda olmak ister istemez insanı yıpratan bir hal alıyor. Acabalar… hiç eksik olmuyor yani.
Az çok bir şeyleri ifade etmeye
çalıştım. Tekrardan çok teşekkür ediyorum. İyi çalışmalar. Umut ve dirençle
serkeftin diyorum.